Kel Ali Osman Paksüt'ün Dedesiymiş

Kel Ali Osman Paksüt'ün Dedesiymiş

Şapka kanunundan önce şapkayı eleştirdiği için Atıf Hoca'yı asan Kel Ali meğer Anayasa Mahkemesi başkan vekili Osman Paksüt'ün dedesiymiş!

İskilipli Atıf Hoca, medreseden en yüksek derece ile icazet almış, aynı zamanda Darü'l-Fünun'un ilahiyat bölümünden mezun büyük bir Osmanlı âlimi idi. Sebilürreşad, Beyan-ül Hak, Mahfel gibi dergilerde yazıları yayınlanan Atıf Hoca'nın fazileti ve ilmi İstanbul'un her tarafına yayılmış, hatta yurtdışına kadar taşmış. Osmanlı Devleti'nin birçok vilayetinden kendisine teklifler gelmesine rağmen, bu ricaları geri çevirmiş hep.

İslamiyet bütün doğuyu fethederdiİskilipli Atıf Hoca

Rivayete göre Japon büyükelçisi Baron Uşida kendisini ziyaret ettiğinde Atıf Hoca'ya şöyle söylemiş: "Sizin gibi birkaç hoca daha olsaydı, İslamiyet bütün boğuyu, bu arada Japonya'yı da fethederdi."

İlim hazinesi geniş olan Atıf Hoca, kendi yöresinde kurmuş olduğu nitelikli medreselerle çok sayıda talebede yetiştirmiş. Atıf Hoca'nın gayesi, milletin imamını korumak ve bu yönde halkı bilinçlendirmek. Halkın Kur'an ve sünnet ışığında bilinçlenmesini isteyen Atıf Hoca, bu minvalde vermiş olduğu eserlerle o dönem önemli bir kılavuz olmaktaydı. Öyle ki, bu eserler halk tarafından büyük bir ilgiyle takip ediliyor ve satın alınıyordu. Atıf Hoca içine kapalı, toplumdan uzak, kitapları arasında ördüğü kozasında yaşayan bir âlim değildi. Toplumun ıslahı onun için birinci görevdi.

Laleli'deydi evi!

Cumhuriyet'in kurulmasından sonra artan baskılardan dolayı hocalarının başına gelebilecek tehlikelerden korkan ve bu sebepten dolayı onu kendi topraklarında misafir etmek isteyen müslüman kardeşlerine; "benim görevim kendi topraklarımda İslam'ı savunmaktır. Halkımın bana ihtiyacı var" diyebilen yiğit şehit, Laleli'deki evinden sessizce alınır. Suçu, Şapka Kanunu'na muhalefet etmektir.

İskilipli Atıf HocaOrtada itham sebebi olabilecek hiçbir şey yok!

Suça sebep ise, kanundan tam üç buçuk yıl önce yazılıp bir buçuk yıl önce de basılan Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı risalesidir. Atıf Hoca önce Giresun'a gönderilir. Burada bulunan İstiklal Mahkemesi onu Giresun'da şapka giymemekte direten halkın lideri durumunda olan Hafız Muharrem'le yüzleştirir. O da Atıf Hocayı hiç tanımadığını ve ismini hiç duymadığını, kitabını da okumadığını söyler. Bu olaydan sonra, ellerinde hocayı suçlayacak kanıtları dahi bulunmayan bu sefil mahkeme, yine de hocayı elinde tutmak ister. Mahkeme üyelerinden biri şu sözleri söylemek zorunda kalır: "Âlim ve fazıl bir din adamını türlü eziyetlere sokup boş yere buraya kadar göndermişler. Ortada itham sebebi olabilecek hiçbir şey yok."

Elinde hocayı tutabilecek hiçbir delili bulunmayan ve onu salıvermesi gereken mahkeme onu tekrar İstanbul emniyetine iade eder. Buradan anlaşılıyor ki, hoca için yüksek kademelerden çoktan infaz kararı verilmiştir. Sebebi basit; Kel Ali'nin ifadelerinde belirttiği gibi Atıf Hoca'nın Fatih'in en tanınmış âlimi olmasıdır. Bu sebeplerden bir başkasını da Tahir-ül Mevlevi'nin hatıralarında görüyoruz: "Milli Mücadele yıllarında İstanbul hükümeti Anadolu'daki Kuvva-i Milliye hareketine karşı halkın direnişini kırmak için bir fetva yayınlamış, ama Anadolu ulemasının karşı fetvası bunu boşa çıkarmıştı. Bunun üzerine Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin marifetiyle Teali-i İslam Cemiyeti namına yazılmış ve bastırılmış bir beyanname zorla Teali-i İslam Cemiyeti idare heyetine imzalatılmaya çalışılmıştı. Ama Atıf Hoca ve Tahir-ül Mevlevi'nin şiddetle karşı koymaları üzerine de mühürsüz olarak Yunan uçaklarınca Anadolu'ya atıldı. Buna karşın, o zamanın Vakit gazetesinde Atıf Hoca yalanlama yayınladıysa da, Ankara İstiklal Mahkemesi zabıtlarında okuduğumuza göre, bu beyanname Hocaefendi'ye karşı güdülen kinin mühim bir amili (sebebi) olarak zihinlerde kaldı."

Ancak bunları kanıt olarak almak yeterli değildir, başka bahaneler bulmak lazımdır. Bunun bahane üretme kısmı da Ankara İstiklal Mahkemesi'ne bırakılır. Ve Atıf Hoca Ankara'ya gönderilir.

Kel Ali İstiklal Mahkemesi başkanı!

16618
Ankara İstiklal Mahkemesi heyeti (soldan sağa): Kılıç Ali, Kel Ali (Çetinkaya), Necip Ali, Reşit Galip (Aydın) 

Hocayı yargılama görevi 2 numaralı Ankara İstiklal Mahkemelerine aittir. Mahkeme reisi Kel Ali, yardımcısı Yozgat ayaklanmasında birliğini bırakıp kaçan Kılıç Ali ve üyeleri Rize mebusu Ali ile Reşit Galip'tir. Savcı da Necip Ali. Bu zalim görevi üstlenenlerin isimlerinin Ali olması ne kadar da acı vericidir. Ayrıca mahkeme reisleri Kel Ali ve Kılıç Ali'nin hukuk adamı olmamaları da bambaşka bir tartışma konusudur. İkisi de asker kökenli milletvekilidir. Fakat verdikleri idam kararları kesindir. Temyiz ve itiraz hakkı yoktur. Ya günümüzde bile hukukun Kel Ali'nin torununun marifetli ellerine teslim edilmiş olmasına ne demeli?

Arkanızdaki bayrak da çaput, İngiliz bayrağı da; onu çıkarıp bunu asın o zaman"

Osman PaksütOnunla birlikte yargılanan birçok kişi Atıf Hoca'nın dik duruşundan dolayı, aralarında şapka takmaya meyilli olanlar bulunmasına rağmen şapka takmazlar. Sondan bir önceki duruşmada savcı yargılananların üç seneden az olmamak şartıyla hapis ve kürek cezalarına çarptırılmalarını teklif eder. Bunun yanısıra mahkeme esnasında hocayı kararından vazgeçirmek için de yoğun bir çaba sarfedilir. Hatta çok bilinen bir olay, Kel Ali ve diğer üyeleri çılgına çevirir. Sarık ile şapka arasında fark olmadığını, ikisinin de çaput olduğunu söyleyen Kel Ali, sarık yerine şapka giymesinin nasıl bir sorun teşkil edeceğini sorduğunda, Atıf Hoca'dan tokat gibi cevap alır: "Arkanızdaki bayrak da çaput, İngiliz bayrağı da çaput. Onu çıkarıp bunu assanız ne olur?"

Savunma yazdı mı yazmadı mı?

Kendisi için üç yıl mahkumiyet istenilen Atıf Hoca savunma için birkaç gün müsaade ister ancak kendisine bir gün mühlet verilir. Zayıf bir rivayete göre, Atıf Hoca'nın o gece yaşadıklarını ünlü Mesnevi şarihi Tahir Mevlevi şöyle anlatır:İskilipli Atıf Hoca

"Aynı gece Atıf Hoca savunmasını yazmak için kağıt kalem ister. Geç vakitlere kadar savunma hazırlamakla meşgul olur. Uyuyakaldığı bir sırada Allah Rasulü'nü görür. Hz. Peygamber kendisine; 'Yanıma gelmek dururken ne diye müdafaa karalamakla uğraşıyorsun?' der. Uyandığında mahkumiyet arkadaşı Tahir-ül Mevlevi'ye, 'beni idam edecekler, Allah'ın sevgilisine kavuşacağım' der ve gece yarısına dek uğraşarak hazırladığı savunmayı yırtıp atar."

Bu rivayet Necip Fazıl'ın Son Devrin Din Mazlumları adlı kitabında mevcuttur. Ancak bu konuda çeşitli görüşler vardır ve bu görüşlerin dayanak noktası daha sağlamdır. Şöyle ki; bu rüyayı aktaran Tahir'ül Mevlevi'nin bu hadisede Ankara'daki koğuşta hiçbir zaman Atıf Hoca ile birlikte olmadığı, Atıf Hoca'nın böyle bir rüya gördüğüne dair Tahir Mevlevi'nin hatıratında hiçbir şey yazmadığı ve Tahir Mevlevi'nin belirttiğine göre Atıf Hoca'nın uzun bir müdafaa yazdığı ve bu müdafaanın mahkemede okunduğudur. (ayrıca bkz. Ankara İstiklal Mahkemesi Zabıtları-s: 280-281)

Şehidin mirası zaferdir!

Mahkeme günü, Atıf Hoca'nın yazdığı uzun bir müdafaa metni mahkemede okunur. Makyavelizm çukurunda yüzen yönetimin kararı bellidir: "İdam!"

İskilipli Atıf HocaAtıf Hoca bu kararı, "zalim ve katillerle elbette mahşer gününde hesaplaşacağız" diyerek cevaplar. Sabah namazı vaktinde, gece boyunca seccadesinin başından kalkmayan ve kendisini şehadete hazırlayan Atıf Hoca, idam vaktinin geldiğini haber veren kişilerden namaz için müsaade ister ve namazını kılar. Ve şehadet anı yaklaştığında, son sözü kelime-i şehadet olur Atıf Hoca'nın. Hayatı boyunca şapka taktıramadıkları Atıf Hoca'nın, ölüsüne şapka takma terbiyesizliğinde bulunacaklardır. Ayrıca Atıf Hoca'nın ne cenazesi yıkandı ve ne de cenaze namazı kılındı.

Sezai Karakoç, şehidin mirasının zafer olduğunu söyler. Evet, şehitler birer zafer anıtlarıdır ve aynı zamanda diri olan, dirilten, dirilişi çağıldayan birer muştucu. Ve biliyoruz ki bir Atıf'ın asılması bin Atıf'ın doğmasına gebedir.

 

R. Sercan Somuncu 'şehidlerimizi unutmayacağız' diyerek hatırlattı

 

dunyabizim